« Vezir Tonyukuk Kitâbesi’nde Yazılanlar (Günümüz Türkçesi ile)
Türk Kültürü ve Tarihinde At
Atın Türkler Tarafından Evcilleştirilmesi ve Kullanılması
Batılıların Ari ırkın üstünlüğünü kanıtlamağa çalışan İndo-Germen kuramına göre, Hint-Avrupalıların çok eski dönemlerde Çin’in Kansu bölgesine değin bütün Orta Asya’ya yayıldıkları ve aslında göçebe (bozkırlı
oldukları, atın ilk kez onlarca evcilleştirildiği, dünyanın ata binme sanatını onlardan öğrendiği öne sürülür. Bu aslında Batılıları yüceltmeye dayanan köksüz bir kuramdır. Bugünkü Batılıların ataları ne tarım kökenli, ne de göçebe kökenli olmayıp asalak ekonomiye (avcılık ve toplayıcılık) bağlı olduklarından, Batılılar atalarını yüceltmek ve kendilerine daha yüksek bir kültür kökeni sağlamak için bu kuramı icat etmişlerdir. Batılıların atın üzerinde önemle durması, bu hayvanı evcilleştirip binmenin insanlığın kültür geçmişinde çok ileri bir hamle olmasından ileri gelir.
Evcil atın kökeninin kuramsal olarak kalıntıları Orta Asya’daki Cungarya’da ortaya çıkarılan kısa kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı “Equus Przewalsky” olduğu öne sürülmüştür. Ancak, eski çağlarda bir değil birçok türden yaban atı yaşamış olup, bunlar arasında Bozkır Kültürü’ndeki (Türklerin yarattığı kültür) savaşçı çobanlarca binek ve savaş atı olarak kullanılan at, “Przewalsky” cinsi değil, küçük gövdeli, uzun ve ince bacaklı, mağrur bakışlı, sert tırnaklı batı bozkırları cinsidir. Asya Hunları “Przewalsky Atı” nı bilir ama bu atı yalnızca araba ve yük hayvanı olarak kullanırlardı. Kalın bacaklı, hantal gövdeli “Przewalsky Atı” koşu sırasında çeşitli yönlere doğru hızlı dönüş yapmağa elverişli değildi. “Bozkır Atı” nın ise, özellikle savaşlardaki seri ve karmaşık manevra hareketlerine kolayca alışabilen bir gövde yapısı vardı.
Asya’daki ilk at kalıntıları, Türk anayurdu bölgesindeki Afanasyevo Kültürü (MÖ 2500-1700) ile onun bir gelişmesi olan, aynı bölgedeki Andronovo Kültürü’nde (MÖ 1700-1200) görülmüş ve Andronovo Kültür Çevresi’ne giren yerlerde hep at kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Çeşitli bilginlerin araştırmalarının ortaya koyduğu kanıtlara göre bu iki kültür, Türklerin eski ataları tarafından yaratılmış olup Andronovo ve Afanasyevo kültürlerine ait insan iskeletleri Türk = Turan tipini temsil etmektedir.
Başka kültür çevrelerinin kalıntılarında bulunmuş at iskeletlerinin fonksiyonel bir değeri yoktur. Örnek olarak bugünkü Türk toplumunu ve kediyi ele alalım. Bundan binlerce yıl sonra bugünkü Türklerin yaşamış olduğu topraklarda arkeolojik bir inceleme yapılsa, birçok kedi iskeleti ile karşılaşılır. Ama bu iskeletler, kedinin Türkler tarafından evcilleştirildiğini, Türklerin yaşamında kedinin sosyal ve/veya ekonomik bir unsur olduğunu kanıtlamaz. Önemli olan, kedinin Türk yaşamında fonksiyonel bir değer kazanıp kazanmadığıdır. İşte, atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak Türklerin öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan “Bozkır Kültürü” nde görülmektedir. Bozkır Kültürü’nde rol onayan baş etken biniciliktir. Binicilik ihtiyacının yerleşik köylü kültürlerde değil, geniş otlakları ve uzak su başlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültürü’nde duyulacağı açıktır. Bozkır Kültürü’nde, ilk başta kalabalık sürüleri kollamak gibi bir araç olan binicilik, kısa sürede askerî bir değer kazanarak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü’nün yaratıcısı olan savaşçı Proto-Türklerin çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde 3500 yıllık “Savaş Atı Çağı” nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin topraklarında atlı savaşın bilinmediği bir zamanda kendi özgün kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında getirmişlerdi. Böylece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya ile Doğu Asya’da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların yayıldıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür.
Atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür atılımıdır. Avcılık yaşamından hayvanları evcilleştirmeğe geçek ilk ırk Türklerdir. At, Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk insanlar olmuştur. Kapanda-Yüs bölgesinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi) yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Atın, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri olmadığı gibi Moğollar’da da sonradan yer almıştır. Moğollar aslen bir bozkır kavmi değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonraları Bozkır Kültürü’ne katılmışlar, Türklerle birlikte bu kültürün uygulayıcısı olmuşlardır. Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi’ne yani Bozkır Kültürü’ne geçmeleriyle başlar. Bütün bunlara karşılık, en eski çağlardan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır. Türkler, yetiştirdikleri atın etini yerler, sütünden millî içkileri olan kımız’ı yaparlar, onu kurban olarak sunarlar, yabancı ülkelere ihraç ederek gelir sağlarlardı. Özellikle Çin, atı Türk ülkelerinden sağlardı. Çinliler, sadece Göktürk çağında, ayrı adlarla anılan 11 cins Türk atından söz etmişlerdir.
Çin belgelerine göre, Hun Türklerinden önce Çin’in kuzey kavimleri atlı savaş yöntemini bilmiyorlardı. Çinliler de atı önceleri yalnızca savaş arabalarında kullanmakta olup MÖ 4. yüzyılda Türklerle ilk karşılaştıkları zamana kadar Atlı Bozkır Kültürü’nü bilmemekteydiler. Çin tarihlerine göre Türkler her yıl at güreşi düzenler, birinci gelen atın soyunu türetirlerdi. Çinliler, Türk atlarının güzelliğine ve gücüne hayrandılar. En güzel Türk atlarına “Kan Terleyen Atlar” adı verilirdi.
Güreşen Atlar
Bozkır Türk’ü, yaşamında çok önemli bir yeri olan, özel ad ve sanlar verdiği ve törenle gömdüğü atı zeka sahibi, gökten inmiş, kutsal bir hayvan olarak düşünmüştür. Asya’daki en eski atlı defin, Andronovo Kültürü’nde görülmektedir. Atlı defin törenleri, Andronovo Kültürü’nden dünyaya yayılmış, bu kültürün soyundan gelen Hun ve Avar Türklerince de Germen ve İslav kabilelerine öğretilmiştir. Köl Tigin Yazıtı’nın doğu yüzünün 32-40. satırları ile kuzey yüzünün 2-9. satırlarında Göktürk orduları başkomutanı Köl Tigin’in bindiği atlar, adları ile belirtilir. O çağdan beri Türkçe’de “at” olarak söylenen sözcük, Asya Hunları’nın evcilleştirdiği hayvanlardan söz eden MÖ’ki Çin kaynağı Shi-Ch’i'de Çin ağzına uydurularak- k’utti, k’uai-t’i olarak belirtilmektedir. Çince kaynak bu Hunca sözün anlamını “daima büyük bir güç ile sıçramaya istekli” diye açıklamıştır. Türkçe’de “at” sözcüğünden türemiş atım, atlamak, atılmak, atmak vb sözcüklerde aynı anlam bugün de korunmaktadır.
Türkler, Ön Asya ve Anadolu’ya göç edince at kültürlerini de birlikte getirmişlerdir. İlk İslam döneminde Esb-i Türk (Türk Atı
ünlü idi. At, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da Türk kültüründeki müstesna yerini korumuştur. Kastamonu Beyliği’nin yetiştirdiği atlar dünyaca ünlü olup Arap atlarından üstün bulundukları için, her biri bin altından satılıyordu. Türk at kültürü ile birlikte iğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı vb Öz Türkçe sözcükler Arapça ve Farsça’ya geçmiştir.
Kurıkanlar ve Türk At Kültürü
Göktürk Yazıtları’nda adları sık sık geçen Kurıkanlar, Baykal gölünün batısında yaşarlardı. Kurıkanlar’dan kalmış kaya resimleri arasında Göktürk yazısı ile yazılmış Türkçe yazıtların bulunması, Kurıkanların bir Türk boyu olduğunu göstermektedir. Kimi araştırmacılarca Oğuz Türklerinin bir boyu sayılan Kurıkanlar, Göktürk döneminde Sahaların (Yakutların) güneyinde,
Göktürklerin de kuzeyinde bulunuyorlardı. Çin kaynakları, Kurıkanların çok büyük ve güçlü olan, boyunları deve boynuna benzeyen atlarının bulunduğunu yazarlar. Kurıkanlar’dan kalmış kaya resimlerinde de uzun boyunlu güzel atların bulunması Çin kaynaklarını desteklemektedir. Kurıkan kaya resimlerinde atların yeleleri tarak ağzına benzer bir biçimde kesilerek süslenmiş, boyunlarına da bir püskül asılmıştır. Bu tarak biçimindeki at yeleleri Altaylardaki Gök Türk, Kırgız çevrelerinde bulunduğu gibi,Hunları temsil eden Çin kabartmalarındaki at yelelerinde de bulunur. Türkler, atın yelelerine astıkları bu süslere bonçuk, monçuk (boncuk) derlerdi.
Kurıkan kaya resimlerindeki kimi atların eyerlerinin arka kaşları oldukça yüksektir. Türklerde eyerlerin bu ön ve arka yastıklarına köpçük adı verilirdi. Bazen de öngdünki yalıg, kidinki yalıg, yani “ön eyer kaşı, arka eyer kaşı” diye adlandırılırdı. Resimlerde, atların bazılarının kuyrukları düğümlenmiştir. At kuyruğunu bağlama geleneği Türklere özgüdür. Alp Arslan da, Malazgirt Meydan Savaşı’nda atının kuyruğunu bağlamıştı. Türkler, at kuyruğunu iple bükme ya da bağlamaya sırtlamak derlerdi. Harezmşahlar döneminde yazılmış Türkçe sözlüklerde “tügdi atnın kuyrugın” şeklinde deyimlere rastlanır. At kuyruğunu bağlama geleneği Kırgızlarda, Hunları temsil eden Ho-Chü-P’ing dikilitaşında, Çin ressamı Han-Kan’ın yapmış olduğu bir Hun portresinde ve sair Türk boylarında da görülür. Bu gelenek daha sonra Moğollara da geçmiştir.
Kurıkan Türklerinin kaya resimlerinde atlara bazen üç kişinin bindiği görülür. Birden çok kişinin ata binmesi adeti öteki Türk boylarında da vardı. Türkler, at üzerine ikinci bir kişinin binmesi için ayrılan yere sugarsuk, atın arkasına binene de köçük derlerdi.
MS 983-985 yıllarında Uygur başkentine giden Çinli elçi Wang Yente, Uygur Türklerinde mülkiyetin at renklerine göre düzenlendiğini belirtir. Peçenek Türklerinde de benzer biçimde, boylar atların renkleriyle vurgulanır. Sekiz boydan oluşan Peçenekler’in atlara bağlı olarak aldıkları adlar şöyledir:
1) Yavdı Erdim: Parlak Erdem. Parlak atları olan Erdem boyu.
2) Kürekçi Çor: Gök (Mavi) Çor. Gök (mavi) atları olan Çor’un boyu.
3) Kabukşın Yula: Ağaç kabuğu renginde atları olan Yula’nın boyu.
4) Suru Kül-Bey: Boz atları olan Kül-Bey’in boyu.
5) Kara Bay: Kara atları olan Bay’ın boyu.
6) Boru Tolmaç: Koyu renkli atları olan Dilmaç’ın boyu.
7) Yazı Kaban: Kaban boyu (net değildir).
Bula Çoban: Alaca atları olan Çoban’ın boyu.
Yukarıda Peçenek boylarının adlarında geçen Çor, Yula, Bay, Dilmaç, Çoban (Çaban) terimleri kişi adı değil, unvandır. Mesela Çoban, koyun güden anlamında değildir.
Türk Ordusunda At
Hun Türkleri, binicilik ve savaş eğitimlerine daha çocukken başlar; önce koyuna, sonra taya, en sonra da ata binilerek süvarilik öğrenilirdi. 4-6. yüzyıl Roma ve Batı kaynaklarına göre “Daha yeni yürümeğe başlayan Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at hazır bulunurdu”, “Hunlar at üstünde yerler, içerler, konuşurlar, alış-veriş yaparlar, uyurlardı”, “At başka kavimleri yalnızca sırtında taşır, ama Hunlar at üstünde ikamet ederlerdi”. 7-10. yüzyıl Bizans kaynaklarına göre “Türkler sanki at üstünde doğmuşlardır, sanki yerde yürümesini bilmezler”. Çin kaynaklarına göre, en iyi at eğiticisi olan Asya Hunları, kimsenin dokunamadığı yaban atlarını yakalayıp evcilleştirirlerdi. Benzeri bilgilere Çin, Roma, Bizans, Rus, Süryani, İslam vb kaynaklarda 14. yüzyıla değin rastlanır.
Hun, Göktürk, Selçuklu, Türk-Moğol ve Osmanlı kağanlıkları (=imparatorlukları
at üzerinde yaşayarak ve savaşarak kurulmuştur. Türkler yaşın (=şimşek) gibi hızlı atlarıyla kolaylıkla fetihler yapar, uzak-yakın ülkeleri ele geçirirlerdi. Ağır zırhlı orduları baskın ve ani saldırılarla şaşkına çevirir, girişimi daima elde bulundurarak düşman saflarını bozar, sonunda da yok etme saldırısını başlatırlardı. Bu durum, zaferin az bir kayıpla kazanılmasını sağlardı. Bundan ötürü Ortaçağ kaynakları, Türk savaşçılarının “kasırga gibi birdenbire görünüp, kuşlar gibi uzaklaştıklarını” şaşkınlıkla tasvir etmişlerdir. Eski Türklerin atlı birlikleri, çağımızın zırhlı birlikleri gücündeydi.
Büyük çoğunluğu okçu atlılardan kurulu Türk orduları, atın sağladığı hız ile ağır ve kütle muharebesi yapan yabancı ordular karşısında üstünlük kazanırlardı. Bozkır savaş yönteminin iki önemli özelliği vardı: sahte geri çekilme ve pusu. Yani kaçarmış gibi geri çekilerek, düşmanı çember içine almak için pusu kurulmuş yere çekmek. Yada Türk yurdunun eski adından ötürü adı verilen bu savaş oyununun temel faktörü at ve atın sağladığı süratti. Atın sağlamış olduğu sürat olmasa bu taktik uygulanamazdı. Türkler, Bozkır döneminde ve daha sonra da (1071 Malazgirt, 1369 Niğbolu, 1526 Mohaç, Kurtuluş Savaşı’ndaki bir çok çarpışma vb) bu taktiği büyük bir beceri ile uygulamışlardır.
Göçebe Türk Kağanlıklarında at, askeri gücün kaynağı idi. Bundan ötürü Türkler, çok sayıda at yetiştirirlerdi. MÖ 49 yılında bir Hun ailesinin 7000 atı, MS 83 yılında da başka bir ailenin 20.000 atı olduğu saptanmıştır. Göktürk han ve beylerinin de at sürüleri sayısızdı, yüz binlere varıyordu. Göktürkler çağında, Kırgız ve Basmıl Türklerine komşu olan bir Türk boyu adını atlarının renginden almıştı. Bunların Oğuzlardan Alayondlu boyu olduğu anlaşılıyor. Nitekim 8. yüzyıldan kalma Tibetçe bir belgede Alayondlu (Ha la-yun long) boyunun kalabalık ve zengin olup, en iyi Türk (Drugu) atlarını yetiştirdiği bildirilir.
Türk atlıları, savaş alanında atların renklerine göre belli kanatlarda yer alırlardı. MÖ 201′de Çin imparatoru Kao-ti’yi kuşatan Motun’un (Mete) savaş düzeni de böyle idi ve doğuda boz atlılar, batıda kır atlılar, kuzeyde yağız atlılar, güneyde doru atlılar yer almıştı. Savaşa girecek atların kuyruklarının kesilmesi de eski Türklerde yaygın bir gelenekti. Çetin savaşlara girmek üzere hazırlanan savaşçılar atlarının kuyruklarını kesip tuğ yaparak kendilerinin fedai olduklarını ilan ederlerdi; savaşçı savaşta ölürse, kesilmiş olan atının kuyruğu mezarına dikilirdi. Zafer için Tanrı’ya yapılan eski at kurbanlarının bir tür devamı olan bu gelenek, daha sonraları atın kuyruğunu düğümleme biçiminde devam etmiş, Osmanlılarca da uygulanmıştır. Ayrıca aynı gelenek (savaşa giden savaşçının atının kuyruğunu düğümlemesi) Kuzey Amerika Kızılderililerinde de vardı.
Eski Türklerde kutsal Türk sancağı tuğ idi. Türk devletinin ve bağımsızlığınının simgesi olan tuğ’un başına at kuyrukları bağlanırdı. Tuğ dört bölümden oluşurdu: süslenmiş tuğ direği; direğin başına bağlanmış at kuyrukları; tuğ başı (direğin başına konulur ve kuyrukların bağ yerini gizlerdi); tuğ başının üzerine konulan kurt başı.
Eski Türk Dini ve Mitolojisinde At
Eski Türklerde Gök Tanrı ve atalara kurban olarak hayvan kesilirdi. Kurban, hayvanın erkeğinden olurdu. Dede Korkut Kitabı’nda yiğitler koyundan koç, deveden buğra, attan aygır kırdırırlar yani kestirirler. En geçerli kurban olan at iskeletlerine Bozkır Türk boylarından kalma sinlerde (mezarlarda) rastlanır. Bundan ötürü Asya Hun, Göktürk, Avrupa Hun ve Avrupa Avarları’nın mezarlarında bol oranda at iskeleti bulunmuştur. Çin kaynakları Hun Kağanının her yıl dağda, göğe at kurban ettiğinden söz ederler. Bu kurban törenlerinde özellikle ak at kullanılırdı. Gök Tanrı’ya kurban verme işlemleri Proto-Türk ve Hun dönemlerinde olduğu gibi, Göktürk döneminde de sürmüştür. Bu dönemde av sırasında at, vurularak da kurban edilirdi.
Yanlış olarak kurgan diye adlandırılan (kurgan Eski Türkçe’de korunulacak yer, kale anlamına gelir; Eski Türkler mezara sin, gömüt, bark gibi adlar verirlerdi) Eski Türk mezarlarında, ölüye öteki dünyada hizmet etmesi için gömülmüş atlara rastlanmıştır. Çok kez yas belirtisi olmak üzere atların kuyrukları kesilmiş yada düğümlenmiştir. Atın kurban edilmesi İbn Fadlan’ın seyahatnamesinde de anlatılır. Kesilmiş ağaçlar üzerinde mezarın başına asılan at, ölünün uçmağa (=cennete) giderken bineceği attır. Müslümanlık döneminde de kimi Türk hükümdarları atıyla birlikte gömülmüş yada atının tek başına gömülmesi için tıpkı İslam öncesi dönemde olduğu gibi- mezar yapılmıştır.
Türklerle ilgili birçok efsane ve destanda at, sahibinin yakın arkadaşı, zafer ortağı ve en değerli varlığı olarak geçer. At, Türk kozmolojisine göre su unsurunun hayvan biçimli timsalidir. Su kökenli atlar denilen sudan çıkan kanatlı atları anlatan efsaneler bu unsurla ilgilidir. Ayrıca, ak atların üzerinde beneklerin bulunması da uğurlu sayılmakta olup yine bu unsurla ilişkilidir. Başka bir efsanevi at ise gök kökenli atlardır. Bu atlar kanatlı olarak düşünülmüşlerdir. Atla ilgili mitolojik motifler İslamlıktan sonra da devam etmiştir. Hz. Muhammed’i miraca çıkaran Burak, Kur’an’da betimlenmemesine karşın, insan yüzlü ve gövdesi benekli bir at biçiminde tasvir edilmiştir.
Türk destanlarında at en önemli unsurlardan biridir. Bir çok destanda at, alp’ın (alp= kahraman, yiğit, şövalye) hem bu dünyada silah arkadaşı olduğu için, hem de öldükten sonra öteki dünyada yoldaşı olacağı için ayrı ve eşsiz bir değer taşır. Türkler atların denizden çıkan, dağdan inen yada gökten, yelden, mağaradan gelen kutsal aygırlardan türediğine de inanırlardı. Çin kaynaklarında Hunların Asya’nın en güzel, en uzun koşan atlarını yetiştirdikleri kaydedilmiştir. Cins atına binen Motun (Mete) Han’a kimse yetişemezdi. Kırgız Türklerinin destan kahramanı olan Manas’ın ak-kula donlu, soylu güzel atına da kimse yetişemezdi. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz’un çocukluğu “At sürüleri güder, ata biner idi” sözleri ile övülüyordu. Oğuz Kağan, ilk kahramanlığını da at sürülerini ve halkı yiyen canavarı öldürerek göstermişti. Yine Buz Dağı’na kaçan atını bulup getiren bir bey’e Karluk adını vermiş, onu beylere baş yapmıştı. Böylece Karluk Türklerinin ad alışında da bir at rol almış oluyordu. Eski Türklerin at’a verdikleri önem atasözü ve deyimlerine de yansımıştı; “Yayan erin umudu olmaz”, “At işler, er öğünür”, “At, Türk’ün kanadıdır”, “Türk, çadırda doğar, at üstünde ölür”, “At ölümü, er ölümü olmasın”, “Kuş kanadı ile, er atı ile”, “At’a kuyruk, yiğide bıyık yakışır”, “Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur” sözlerini sık sık söylerlerdi. Bir Türkmen atasözünde ise şöyle denilir: “Sabah kalk atanı (=babanı
gör, atandan sonra atını gör”.
Savaşlarda atlar binicisine göre giydirilir ve zırhla donatılırdı. Savaştan önce at yarışları düzenlenir, savaş sonrasında at en değerli ganimetlerden sayılırdı. Oğuz Kağan, güney akınları sırasında sayısız atı ganimet olarak almıştır. Semetey de, babası Manas ölünce onun atını ve eşyasını alır. At yarışlarına bütün Türk boylarınca çok önem verilirdi. Yarışa katılmak, kazanmaktan daha önemliydi. Kahramanlar aygıra binerlerdi. Çünkü Türk atlarının aygırları makbuldü. Aygır olmayan atı Türkler iğdiş ederlerdi. Böylece atlar daha dayanıklı olurdu. Türklerin iğdiş edilmiş bu atları Arap ülkelerinde de kullanılırdı.
Alpların ölümünde at onların vefalı bir arkadaşı ve yoldaşıdır. Manas’ın ilk ölümünde atı yas tutmuş, yemeden içmeden kesilmiştir. İli ırmağı boyunda yaşayan Türk boylarının Er Töştük Destanı’nda, Er Töştük’ün karısının Çal-Kuyruk adlı kutsal bir atı vardır. Bu at’a Tanrı bin at gücü vermiştir. Er Töştük’le konuşur, ona akıl verir. Şeytan, Er Töştük’ü öldürünce o diriltir. Birçok serüvenden sonra karı, koca ve atları üç kişi olarak mutlu günler yaşarlar. Manas Destanı’nda, Almam Bet Kalmuklar’ca öldürülünce atı Sarıala, savaş alanında yelesinden ve kuyruğundan ayrıldığı, zayıfladığı halde, perişan durumuna bakmadan, sahibinin ölüsünü düşmana bırakmayıp Talas’a getirir.
Türk destanlarında atın kişilik kazandığı görülür. Kırgız Türkleri, güzel ve cesur atlara Gök Kurt anlamında “Gök Börü” derlerdi. Köroğlu’nun ünlü kır atı, bir insan gibi dokuz ay dokuz günde doğmuştur. Bir insan gibi zeki ve anlayışlıdır. Köroğlu’nun yiğitleri ile birlikte tutsak edilince, kimse kendisini almasın diye kör ve topal taklidi yapar. Dede Korkut Destanları’nda Bamsı Beyrek, zindandan çıkıncaya değin kendisini 16 yıl bekleyen atına şöyle seslenir:
At demezem sana
Kardaş direm
Kardaşımdan ileri
Türk destan ve efsanelerinde at kutsaldır, gücünü de Tanrı verir. Yakut Türklerinin Er Sogotoh Destanı’nda sarı at, kutsal ve güçlüdür. Er Sogotoh güney seferine çıktığında Kan Irmağı’nı geçemez, atı uçarak onu ırmağın ötesine geçirir. Er Sogotoh’un atı gibi Köroğlu’nun atı da yüzer. Bir keresinde düşmanları Köroğlu’nu izlerken o atını derin bir suya salar; düşmanları boğulur, atı yüzerek onu kurtarır. Köroğlu’nun atının ayakları koşarken yere değmez; babası atın ahırda beslenirken biraz ışık görmüş olduğunu, ışık görmeseydi kanatlı olacağını söyler. Kır At’ın ayağına koşarken çamur bulaşmaz; yelden tez gider, kuş gibi uçar, yüksek kale duvarlarını aşar, gökte uçan kuşu kovalar. Manas Destanı’nda Almam Bet de atıyla, uçan serçeyi yakalar. Köroğlu Destanı’nın sonunda, Kır At ölünce Köroğlu kendini savunmaz. Çünkü Kır At’tan sonra ona yaşamak gerekli değildir; başını katillere uzatır…
Oğuzlarda atların başları çok kez koç ve toklu başlarına benzetilirdi. At türünü anlatmak için de yund sözü kullanılırdı. İyi at için kullanılan deyim, eskiden ve şimdi olduğu gibi, yügrük/yögrük sözüdür. Oğuz destanlarında soylu atlardan bidev atlar olarak söz edilir ve bu atlar “bidev atlar ısın görüp okradıkta” deyimi ile övülür. Ancak, Dede Korkut Destanları’nın öz atı Kazılık Atıdır. Kazılık atı “yelesi kara” diye vasıflandırılır ve sık sık anılır. Bu at, Oğuz Türklerinin ünlü dağı olan, yaz-kış karı buzu erimeyen Kazılık Dağı’nın koyak ve eteklerinde yetiştiği için bu adla anılmıştır.
Türklerin ata karşı duydukları sevgi inançlarına da yansımıştı. Aşağıda Türklerin atla ilgili inançlarından örnekler vardır. Bunlara Anadolu Türkleri de dahil olmak üzere çeşitli Türk boyları arasında hala inanılmaktadır.
- At, bir evin önünde başı eve doğru bağlanırsa soluğu ile o eve bereket ve uğur getirir.
- Bir kişi sabahleyin gün doğmadan kır ata binerek bir dereden yedi kez geçerse ona büyü etki yapmaz.
- Bir evde at olursa o eve cin, şeytan girmez.
- Atın gözü yaşarırsa ya sahibi yada sahibinin yakınlarından biri ölecek demektir.
- At başı suya atılırsa yağmur yağar.
- Nazardan korunmak için eve at başı asılır.
- At’ın soluğu hastalığa iyi gelir.
Şaman törenlerinde at, kamı/şamanı gökyüzüne çıkaran binek ve kurbanlık hayvan olarak önem kazanmıştır. Şaman davulu da her zaman at olarak nitelendirilmiştir. At, Gök Tanrı’nın simgelerinden biri olarak önem kazanmış ve kurban olarak da ona sunulmuştur. Şamanist mitolojide at, kam’a/şaman’a göğe çıkma olanağı sağladığı için çoğu kez kanatlı olarak düşünülmüştür. Şaman göğe çıkmak için, ak at yelesinden yapılmış çelenkleri ağaçlara asar. Cengiz Han’ın kam’ı Teptengeri, ruhlarla konuşmak için görünmezlerden gelen bir boz ata binip göklere çıkardı. Kimi Türk toplulukları ise ruhların atlarını, Dünya’nın eksenini oluşturan Demirkazık’a (Kutup Yıldızı’na) bağladıklarına inanırlardı.
Bunca sözden sonra konuşmamızı eski bir Türk atasözünü, yeryüzündeki bütün Türkler ve bütün Türk boyları için dua niyetiyle söyleyerek bitirelim:
At Ölümü, Er Ölümü Olmasın
ALINTIDIR